Muhterem Müslümanlar!
İnsanın yeryüzünde mutlu ve huzurlu bir hayat sürebilmesi için, hem dinî değerlere hem de bilimsel faaliyetlere ihtiyacı vardır. Din; Yüce Allah ile olan ilişkilerimizi düzenleyen, neleri yapıp neleri yapmamamız gerektiğini bize öğreten, sevap ile günahın, helal ile haramın bilgisini sunan değerler sistemidir. Buna göre dinin amacı, insanın Yüce Allah ile münasebetini tesis etmek ve gerçek anlamda mutluluğa ermesini sağlamaktır.
Bilim ise, tabiî varlıkların ve olayların nasıl ve ne şekilde işlediğini keşfetme ve açıklama faaliyetidir. Eylemlerinden sorumlu olarak yaratılan insanoğlu, etrafında olup bitenlere karşı ilgisiz kalamayacağına göre, onun bilime karşı olumsuz bir tavır içinde olması elbette düşünülemez. Kur’ân-ı Kerîm insanoğlunun dikkatini, Allah’ın varlığının delilleri olarak takdim ettiği kainata yöneltmekte, birtakım ilginç tabiat hadiselerini zikrederek, bunlar üzerinde düşünmeye davet etmektedir. Bakara Suresi’nin 164 üncü ayetinde Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Şüphesiz, göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde, insanlara yarar sağlayacak şeylerle denizde seyreden gemilerde, Allah’ın gökyüzünden indirip kendisiyle ölmüş toprağı dirilttiği yağmurda, yeryüzünde her çeşit canlıyı yaymasında, rüzgarları ve yerle gök arasında emre âmade bulutları evirip çevirmesinde elbette düşünen bir topluluk için deliller vardır.”
Muhterem Müslümanlar!
Kainat ahenkli bir şekilde, keşfedilebilir ve anlaşılabilir bir düzen ve ölçü içinde yaratılmıştır. Bu, Yüce Allah’ın insanlığa olan en büyük lutfudur. Zira kainatta düzensizlik ve bilinmezlik hakim olsaydı, gezegenimiz, insan için huzur veren hayat yuvası olmaktan çıkardı.
İslam, insanlara akıllarını kullanarak kainatın işleyişindeki bu kanun ve ölçüleri keşfetmeyi emretmekte, böylelikle Allah’ın kudret ve yüceliğini gözler önüne sermeyi ahlâki bir görev olarak yüklemektedir.
Yine Kur’ân-ı Kerîm; “Her ilim sahibinin üstünde daha iyi bir bilen vardır” [3] diyerek bilginin sonsuzluğu fikrini telkin etmektedir. İslam dini, ilerlemeyi isteyen ve yeni gelişmeleri teşvik eden prensiplerle dolu bir dindir. Bu sebeple, bizi her geçen gün daha ileriye götürecek bilimsel çalışmalara gerekli önemi vermek, Müslümanlar olarak dini duyarlılığımızın bir gereğidir. Bununla birlikte bilimin her zaman insanî ve ahlakî değerlere saygılı bir doğrultuda olması da önem arzetmektedir.
Muhterem Müslümanlar!
Şunu unutmamalıyız ki bilgi, çağımızda en kuvvetli ve en etkili güç kaynağıdır. Bilgiye kim daha çok sahipse o daha kudretli ve etkili bir konuma yükselmektedir. Pazu gücü bilgi gücünün karşısında iktidarını çoktan yitirmiştir. Âlimin bir buluşu, binlerce cengaveri dize getirebilecek güçte olabilmektedir. Bilenlerle bilmeyenlerin bir olmadığını çağlar ötesinden ilan eden Kutsal Kitabımız, bu duruma işaret etmiştir.
Altın çağların Müslüman bilginleri, bu ilahi hakikatleri çok iyi özümsemişlerdir. Onlar, sadece dini ilimlerde değil; matematik, tıp, fizik, kimya, botanik, astronomi gibi müspet bilim dallarında da büyük başarılar elde etmişler, pek çok buluş gerçekleştirmişlerdir. İbn Sînâ, İbn Rüşd, Fârâbî, Bîrûnî, Ali Kuşcu, Ebû Bekir er-Râzi, Cabir İbn Hayyân ve daha yüzlerce bilgin dünya bilim tarihine adlarını altın harflerle yazdırmışlardır. Bugün yapmamız gereken, onların başarılarıyla övünmek değil, onların bilim anlayışını diriltmek ve günümüzün bilim ve teknoloji seviyesini yakalamaktır.
Hutbemi Peygamber Efendimizin hadisi ile bitirmek istiyorum: “İlim talep etmek her müslüman erkeğe ve kadına farzdır”[3].
___________________
[1] Âl-i İmrân, 3/190.
[2] İbn Mâce, “Fadlu’l-ulemâ”, 224.
[3] Yûsuf, 12/76.
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın 11.04.2003 tarihli hutbesidir.